Saffat Suresi (Saf Tutanlar) سُورَة الصافات

Saffat Suresi, Kur'an'ın 37. suresidir ve Mekke'de indirilmiştir. 182 ayetten oluşur ve Allah’ın birliğini, peygamberlerin kıssalarını ve doğru yolda olanlarla inkârcıların akıbetini anlatır.

Çeviri: Sure Sâffât (Saf Tutanlar) سُورَة الصافات

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ

i

Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.

وَالصَّافَّاتِ صَفًّا ١ i

Yemin olsun o saf bağlayıp dizilenlere/o saflar tutturup sıraya dizilenlere-o kanatlarını açıp toplayarak uçanlara, (1)

فَالزَّاجِرَاتِ زَجْرًا ٢ i

O haykırarak sevk edenlere/o göğüs gererek durduranlara, (2)

فَالتَّالِيَاتِ ذِكْرًا ٣ i

O Zikir okuyanlara, (3)

إِنَّ إِلَٰهَكُمْ لَوَاحِدٌ ٤ i

Ki sizin ilahınız hiç kuşkusuz bir ve tektir. (4)

رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَرَبُّ الْمَشَارِقِ ٥ i

Göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin Rabbidir O; doğuların da Rabbidir O. (5)

إِنَّا زَيَّنَّا السَّمَاءَ الدُّنْيَا بِزِينَةٍ الْكَوَاكِبِ ٦ i

Biz o yakın göğü bir süsle, yıldızlarla süsleyip donattık. (6)

وَحِفْظًا مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ مَارِدٍ ٧ i

Ve her türlü inatçı-âsi şeytandan koruduk. (7)

لَا يَسَّمَّعُونَ إِلَى الْمَلَإِ الْأَعْلَىٰ وَيُقْذَفُونَ مِنْ كُلِّ جَانِبٍ ٨ i

Onlar ne kadar çırpınsalar da o yüce konseyi dinleyemezler. Ve her taraftan atışa tutulurlar; (8)

دُحُورًا ۖ وَلَهُمْ عَذَابٌ وَاصِبٌ ٩ i

Kovulurlar. Ve onlar için, yakalarını bırakmayan bir azap vardır. (9)

إِلَّا مَنْ خَطِفَ الْخَطْفَةَ فَأَتْبَعَهُ شِهَابٌ ثَاقِبٌ ١٠ i

Yüce konseyden bir söz çalıp çarpan olabilirse de onun peşine hemen delici, alevli bir yıldız takılır. (10)

فَاسْتَفْتِهِمْ أَهُمْ أَشَدُّ خَلْقًا أَمْ مَنْ خَلَقْنَا ۚ إِنَّا خَلَقْنَاهُمْ مِنْ طِينٍ لَازِبٍ ١١ i

Şimdi sor onlara: Yaratış ve yaratılış bakımından onlar mı daha güçlüdür, yoksa bizim yarattığımız şuurlular mı? Gerçek şu ki, biz onları bir cıvık çamurdan yarattık. (11)

بَلْ عَجِبْتَ وَيَسْخَرُونَ ١٢ i

Ama sen şaşırdın, onlarsa alay ediyorlar. (12)

وَإِذَا ذُكِّرُوا لَا يَذْكُرُونَ ١٣ i

Düşünüp taşınmaya çağrıldıklarında düşünmüyorlar. (13)

وَإِذَا رَأَوْا آيَةً يَسْتَسْخِرُونَ ١٤ i

Bir ayetle yüzyüze geldiklerinde, dudak büküp eğleniyorlar. (14)

وَقَالُوا إِنْ هَٰذَا إِلَّا سِحْرٌ مُبِينٌ ١٥ i

Şöyle dediler: "Bu, apaçık bir büyüden başka şey değildir." (15)

أَإِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا وَعِظَامًا أَإِنَّا لَمَبْعُوثُونَ ١٦ i

Öldüğümüz, toprak ve kemik haline geldiğimiz zaman mı? Biz gerçekten diriltilecek miyiz? (16)

أَوَآبَاؤُنَا الْأَوَّلُونَ ١٧ i

Önceki atalarımız da mı? (17)

قُلْ نَعَمْ وَأَنْتُمْ دَاخِرُونَ ١٨ i

De ki: "Evet! Ve, siz de! Aşağılanmış, ezilmiş olarak." (18)

فَإِنَّمَا هِيَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌ فَإِذَا هُمْ يَنْظُرُونَ ١٩ i

Müthiş bir komut sesidir O. Onlar öylece bakakalacaklar. (19)

وَقَالُوا يَا وَيْلَنَا هَٰذَا يَوْمُ الدِّينِ ٢٠ i

Şöyle derler: "Vay başımıza! Din günüdür bu!" (20)

هَٰذَا يَوْمُ الْفَصْلِ الَّذِي كُنْتُمْ بِهِ تُكَذِّبُونَ ٢١ i

O yalanlayıp durduğunuz ayrım günüdür bu. (21)

احْشُرُوا الَّذِينَ ظَلَمُوا وَأَزْوَاجَهُمْ وَمَا كَانُوا يَعْبُدُونَ ٢٢ i

Toplayın o zulmedenleri; eşlerini de. O tapınıp durmuş olduklarını da toplayın: (22)

مِنْ دُونِ اللَّهِ فَاهْدُوهُمْ إِلَىٰ صِرَاطِ الْجَحِيمِ ٢٣ i

Allah´tan başka tapınmış olduklarını. Sürün onları cehennemin yoluna. (23)

وَقِفُوهُمْ ۖ إِنَّهُمْ مَسْئُولُونَ ٢٤ i

Durdurun onları, çünkü hepsi sorguya çekilecekler. (24)

مَا لَكُمْ لَا تَنَاصَرُونَ ٢٥ i

Neniz var da birbirinize yardım etmiyorsunuz? (25)

بَلْ هُمُ الْيَوْمَ مُسْتَسْلِمُونَ ٢٦ i

Edemezler! Bugün hepsi teslim bayrağını çekmiş durumdadır. (26)

وَأَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلَىٰ بَعْضٍ يَتَسَاءَلُونَ ٢٧ i

Birbirlerine dönerek bir şeyler sorup duruyorlar. (27)

قَالُوا إِنَّكُمْ كُنْتُمْ تَأْتُونَنَا عَنِ الْيَمِينِ ٢٨ i

Dediler: "Siz bize sağ taraftan geliyordunuz." (28)

قَالُوا بَلْ لَمْ تَكُونُوا مُؤْمِنِينَ ٢٩ i

Ötekiler dediler: "Hayır, siz zaten inanmıyordunuz?" (29)

وَمَا كَانَ لَنَا عَلَيْكُمْ مِنْ سُلْطَانٍ ۖ بَلْ كُنْتُمْ قَوْمًا طَاغِينَ ٣٠ i

Bizim size karşı bir sultamız yoktu. İşin esası şu ki siz azmış bir topluluktunuz. (30)

فَحَقَّ عَلَيْنَا قَوْلُ رَبِّنَا ۖ إِنَّا لَذَائِقُونَ ٣١ i

Rabbimizin sözü üzerimize hak oldu. Tadacağımızı elbette tadacağız. (31)

فَأَغْوَيْنَاكُمْ إِنَّا كُنَّا غَاوِينَ ٣٢ i

Sizi saptırıp azdırmıştık. Çünkü biz de sapıp azmış kişilerdik. (32)

فَإِنَّهُمْ يَوْمَئِذٍ فِي الْعَذَابِ مُشْتَرِكُونَ ٣٣ i

Onlar o gün azap içinde ortaklık kurmuşlardır. (33)

إِنَّا كَذَٰلِكَ نَفْعَلُ بِالْمُجْرِمِينَ ٣٤ i

İşte böyle yaparız biz suçlulara/günahkârlara. (34)

إِنَّهُمْ كَانُوا إِذَا قِيلَ لَهُمْ لَا إِلَٰهَ إِلَّا اللَّهُ يَسْتَكْبِرُونَ ٣٥ i

Onlar, kendilerine, "Allah´tan başka ilah yoktur" dendiğinde, kibirleniyorlardı. (35)

وَيَقُولُونَ أَئِنَّا لَتَارِكُو آلِهَتِنَا لِشَاعِرٍ مَجْنُونٍ ٣٦ i

Ve şöyle diyorlardı: "Mecnun bir şair yüzünden ilahlarımızı mı terk edeceğiz?" (36)

بَلْ جَاءَ بِالْحَقِّ وَصَدَّقَ الْمُرْسَلِينَ ٣٧ i

Hayır, öyle değil! O, hakkı getirmişti. Diğer peygamberleri de tasdik etmişti. (37)

إِنَّكُمْ لَذَائِقُو الْعَذَابِ الْأَلِيمِ ٣٨ i

Yemin olsun, siz o acıklı azabı mutlaka tadacaksınız! (38)

وَمَا تُجْزَوْنَ إِلَّا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ ٣٩ i

Ve yalnız, yapıp ettiklerinizin karşılığıyla cezalandırılacaksınız. (39)

إِلَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ ٤٠ i

Allah´ın içtenliğe erdirilmiş temiz kulları başkadır. (40)

أُولَٰئِكَ لَهُمْ رِزْقٌ مَعْلُومٌ ٤١ i

Onlar için belirlenmiş bir rızık vardır. (41)

فَوَاكِهُ ۖ وَهُمْ مُكْرَمُونَ ٤٢ i

Çeşit çeşit meyveler vardır. İkramla karşılanan kişilerdir onlar. (42)

فِي جَنَّاتِ النَّعِيمِ ٤٣ i

Nimetlerle dolu cennetlerdedirler. (43)

عَلَىٰ سُرُرٍ مُتَقَابِلِينَ ٤٤ i

Karşılıklı koltuklar üzerindedirler. (44)

يُطَافُ عَلَيْهِمْ بِكَأْسٍ مِنْ مَعِينٍ ٤٥ i

Kaynaktan doldurulmuş kadehler dolandırılır çevrelerinde. (45)

بَيْضَاءَ لَذَّةٍ لِلشَّارِبِينَ ٤٦ i

Bembeyaz, içenlere lezzet sunan kadehler. (46)

لَا فِيهَا غَوْلٌ وَلَا هُمْ عَنْهَا يُنْزَفُونَ ٤٧ i

Sersemletme/baş ağrısı yok onda. Sarhoş da olmazlar ondan. (47)

وَعِنْدَهُمْ قَاصِرَاتُ الطَّرْفِ عِينٌ ٤٨ i

Yanlarında, gözlerini onlara dikmiş, iri gözlü dilberler vardır. (48)

كَأَنَّهُنَّ بَيْضٌ مَكْنُونٌ ٤٩ i

Korunmuş yumurtalar gibidir onlar. (49)

فَأَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلَىٰ بَعْضٍ يَتَسَاءَلُونَ ٥٠ i

Birbirlerine dönüp bir şeyler sorarlar. (50)

قَالَ قَائِلٌ مِنْهُمْ إِنِّي كَانَ لِي قَرِينٌ ٥١ i

İçlerinden bir sözcü şöyle der: "Benim yakın bir arkadaşım vardı." (51)

يَقُولُ أَإِنَّكَ لَمِنَ الْمُصَدِّقِينَ ٥٢ i

Derdi ki: "Sen gerçekten şunu tasdik edenlerden misin?" (52)

أَإِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا وَعِظَامًا أَإِنَّا لَمَدِينُونَ ٥٣ i

Biz, ölüp toprak ve kemik haline geldikten sonra, gerçekten cezalandırılacak mıyız? (53)

قَالَ هَلْ أَنْتُمْ مُطَّلِعُونَ ٥٤ i

Dedi: "Siz de bir araştırır mısınız?" (54)

فَاطَّلَعَ فَرَآهُ فِي سَوَاءِ الْجَحِيمِ ٥٥ i

Araştırdı, nihayet onu cehennemin ta ortasında gördü. (55)

قَالَ تَاللَّهِ إِنْ كِدْتَ لَتُرْدِينِ ٥٦ i

Dedi: "Vallahi, az kalsın sen beni de buralara düşürecektin." (56)

وَلَوْلَا نِعْمَةُ رَبِّي لَكُنْتُ مِنَ الْمُحْضَرِينَ ٥٧ i

Rabbimin nimeti olmasaydı, kesinlikle ben de şurada toplananlar arasına girmiş olacaktım. (57)

أَفَمَا نَحْنُ بِمَيِّتِينَ ٥٨ i

Peki, biz artık ölmeyecek miyiz? (58)

إِلَّا مَوْتَتَنَا الْأُولَىٰ وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّبِينَ ٥٩ i

Sadece ilk ölümümüz; azaba da uğratılmayacağız, öyle mi? (59)

إِنَّ هَٰذَا لَهُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ ٦٠ i

Doğrusu bu, büyük başarının ta kendisidir. (60)

لِمِثْلِ هَٰذَا فَلْيَعْمَلِ الْعَامِلُونَ ٦١ i

Çalışanlar, böylesi için çalışsınlar. (61)

أَذَٰلِكَ خَيْرٌ نُزُلًا أَمْ شَجَرَةُ الزَّقُّومِ ٦٢ i

Ödül ve ikram olarak, bu mu daha hayırlı yoksa zakkum ağacı mı? (62)

إِنَّا جَعَلْنَاهَا فِتْنَةً لِلظَّالِمِينَ ٦٣ i

O ağaç ki, zalimler için onu bir fitne yaptık. (63)

إِنَّهَا شَجَرَةٌ تَخْرُجُ فِي أَصْلِ الْجَحِيمِ ٦٤ i

Cehennemin ta dibinden çıkan bir ağaçtır o. (64)

طَلْعُهَا كَأَنَّهُ رُءُوسُ الشَّيَاطِينِ ٦٥ i

Tomurcukları tıpkı şeytanların başlarıdır. (65)

فَإِنَّهُمْ لَآكِلُونَ مِنْهَا فَمَالِئُونَ مِنْهَا الْبُطُونَ ٦٦ i

Onlar ondan mutlaka yiyecekler ve karınlarını onunla dolduracaklar. (66)

ثُمَّ إِنَّ لَهُمْ عَلَيْهَا لَشَوْبًا مِنْ حَمِيمٍ ٦٧ i

Sonra onların, o yedikleri üzerine kaynar su karıştırılmış bir içecekleri vardır. (67)

ثُمَّ إِنَّ مَرْجِعَهُمْ لَإِلَى الْجَحِيمِ ٦٨ i

Sonra onların dönüşleri doğrudan doğruya cehennemedir. (68)

إِنَّهُمْ أَلْفَوْا آبَاءَهُمْ ضَالِّينَ ٦٩ i

Çünkü onlar, babalarını sapıtmış kişiler halinde bulmalarına rağmen, (69)

فَهُمْ عَلَىٰ آثَارِهِمْ يُهْرَعُونَ ٧٠ i

Kendileri de hâlâ onların eserleri ardınca koşturuyorlar. (70)

وَلَقَدْ ضَلَّ قَبْلَهُمْ أَكْثَرُ الْأَوَّلِينَ ٧١ i

Yemin olsun, daha önce ilk nesillerin çoğu da sapmıştı. (71)

وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا فِيهِمْ مُنْذِرِينَ ٧٢ i

Yemin olsun, onların içlerinde uyarıcılar görevlendirmiştik. (72)

فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُنْذَرِينَ ٧٣ i

Bir bak, nasıl oldu uyarılanların sonu! (73)

إِلَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ ٧٤ i

Ancak Allah´ın samimi, temiz kulları kurtuldu. (74)

وَلَقَدْ نَادَانَا نُوحٌ فَلَنِعْمَ الْمُجِيبُونَ ٧٥ i

Yemin olsun, Nûh bize yakarmıştı da ne güzel karşılık vermiştik biz. (75)

وَنَجَّيْنَاهُ وَأَهْلَهُ مِنَ الْكَرْبِ الْعَظِيمِ ٧٦ i

Ve kurtarmıştık onu da ailesini de o büyük sıkıntıdan. (76)

وَجَعَلْنَا ذُرِّيَّتَهُ هُمُ الْبَاقِينَ ٧٧ i

Onun zürriyetini, evet onları kalıcılar yaptık. (77)

وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْآخِرِينَ ٧٨ i

Sonrakiler içinde, ona işaret eden bir şey bıraktık. (78)

سَلَامٌ عَلَىٰ نُوحٍ فِي الْعَالَمِينَ ٧٩ i

Selam olsun Nûh´a âlemler içinde! (79)

إِنَّا كَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ ٨٠ i

İşte böyle ödüllendiririz biz, güzel düşünüp güzel davrananları. (80)

إِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِنِينَ ٨١ i

O, bizim inanan kullarımızdandı. (81)

ثُمَّ أَغْرَقْنَا الْآخَرِينَ ٨٢ i

Sonra ötekileri boğuverdik. (82)

وَإِنَّ مِنْ شِيعَتِهِ لَإِبْرَاهِيمَ ٨٣ i

Hiç kuşkusuz, İbrahim de onun grubundandı. (83)

إِذْ جَاءَ رَبَّهُ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ ٨٤ i

Rabbine, tertemiz bir kalple gelmişti. (84)

إِذْ قَالَ لِأَبِيهِ وَقَوْمِهِ مَاذَا تَعْبُدُونَ ٨٥ i

Babasına ve toplumuna sormuştu: "Siz neye kulluk/ibadet ediyorsunuz?" (85)

أَئِفْكًا آلِهَةً دُونَ اللَّهِ تُرِيدُونَ ٨٦ i

Allah´ın berisinden birtakım uydurma ilahları mı istiyorsunuz? (86)

فَمَا ظَنُّكُمْ بِرَبِّ الْعَالَمِينَ ٨٧ i

Âlemlerin Rabbi hakkında düşünceniz nedir? (87)

فَنَظَرَ نَظْرَةً فِي النُّجُومِ ٨٨ i

Bu arada İbrahim yıldızlara bir göz attı, (88)

فَقَالَ إِنِّي سَقِيمٌ ٨٩ i

Şöyle dedi: "Ben hastayım!" (89)

فَتَوَلَّوْا عَنْهُ مُدْبِرِينَ ٩٠ i

Bunun üzerine ondan gerisin geri kaçtılar. (90)

فَرَاغَ إِلَىٰ آلِهَتِهِمْ فَقَالَ أَلَا تَأْكُلُونَ ٩١ i

O da onların ilahlarının yanına sokulup dedi: "Bir şey yemez misiniz?" (91)

مَا لَكُمْ لَا تَنْطِقُونَ ٩٢ i

Neniz var ki, konuşmuyorsunuz! (92)

فَرَاغَ عَلَيْهِمْ ضَرْبًا بِالْيَمِينِ ٩٣ i

İyice yanlarına sokulup sağ eliyle bir darbe indirdi. (93)

فَأَقْبَلُوا إِلَيْهِ يَزِفُّونَ ٩٤ i

Bir süre sonra, halkı koşarak İbrahim´e geldi. (94)

قَالَ أَتَعْبُدُونَ مَا تَنْحِتُونَ ٩٥ i

İbrahim dedi: "Elinizle yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz?" (95)

وَاللَّهُ خَلَقَكُمْ وَمَا تَعْمَلُونَ ٩٦ i

Oysaki sizi de yaptığınız şeyleri de Allah yaratmıştır. (96)

قَالُوا ابْنُوا لَهُ بُنْيَانًا فَأَلْقُوهُ فِي الْجَحِيمِ ٩٧ i

Dediler: "Şunun için bir bina yapın da bunu ateşin ortasına fırlatın!" (97)

فَأَرَادُوا بِهِ كَيْدًا فَجَعَلْنَاهُمُ الْأَسْفَلِينَ ٩٨ i

Ona tuzak kurmak istediler ama, biz onları sefiller, reziller haline getirdik. (98)

وَقَالَ إِنِّي ذَاهِبٌ إِلَىٰ رَبِّي سَيَهْدِينِ ٩٩ i

İbrahim dedi: "Kuşkunuz olmasın ki ben Rabbime gideceğim, O bana kılavuzluk edecek." (99)

رَبِّ هَبْ لِي مِنَ الصَّالِحِينَ ١٠٠ i

Rabbim, bana iyilik/barış sevenlerden birini lütfet! (100)

فَبَشَّرْنَاهُ بِغُلَامٍ حَلِيمٍ ١٠١ i

Bunun üzerine biz, İbrahim´e yumuşak huylu bir oğlan müjdeledik. (101)

فَلَمَّا بَلَغَ مَعَهُ السَّعْيَ قَالَ يَا بُنَيَّ إِنِّي أَرَىٰ فِي الْمَنَامِ أَنِّي أَذْبَحُكَ فَانْظُرْ مَاذَا تَرَىٰ ۚ قَالَ يَا أَبَتِ افْعَلْ مَا تُؤْمَرُ ۖ سَتَجِدُنِي إِنْ شَاءَ اللَّهُ مِنَ الصَّابِرِينَ ١٠٢ i

Çocuk onunla birlikte koşacak yaşa gelince, İbrahim dedi: "Yavrucuğum, uykuda/düşte görüyorum ki ben seni boğazlıyorum. Bak bakalım sen ne görürsün/sen ne dersin?" "Babacığım, dedi, emrolduğun şeyi yap! Allah dilerse beni sabredenlerden bulacaksın." (102)

فَلَمَّا أَسْلَمَا وَتَلَّهُ لِلْجَبِينِ ١٠٣ i

Böylece ikisi de teslim olup İbrahim onu şakağı üzerine yatırınca, (103)

وَنَادَيْنَاهُ أَنْ يَا إِبْرَاهِيمُ ١٠٤ i

Biz şöyle seslendik: "Ey İbrahim!" (104)

قَدْ صَدَّقْتَ الرُّؤْيَا ۚ إِنَّا كَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ ١٠٥ i

Sen rüyayı gerçekleştirdin. İşte biz, güzel düşünüp güzel davrananları böyle ödüllendiririz. (105)

إِنَّ هَٰذَا لَهُوَ الْبَلَاءُ الْمُبِينُ ١٠٦ i

Bu, hiç kuşkusuz apaçık imtihanın ta kendisiydi. (106)

وَفَدَيْنَاهُ بِذِبْحٍ عَظِيمٍ ١٠٧ i

Ve ona fidye olarak büyük bir kurbanlık verdik. (107)

وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْآخِرِينَ ١٠٨ i

Sonra gelenler içinde onu hatırlatan bir şey bıraktık. (108)

سَلَامٌ عَلَىٰ إِبْرَاهِيمَ ١٠٩ i

Selam olsun İbrahim´e! (109)

كَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ ١١٠ i

Böyle ödüllendiririz biz, güzellik sergileyenleri! (110)

إِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِنِينَ ١١١ i

O da bizim inanan kullarımızdandı. (111)

وَبَشَّرْنَاهُ بِإِسْحَاقَ نَبِيًّا مِنَ الصَّالِحِينَ ١١٢ i

Biz ona, hayrı ve barışı sevenlerden bir peygamber olan İshak´ı müjdeledik. (112)

وَبَارَكْنَا عَلَيْهِ وَعَلَىٰ إِسْحَاقَ ۚ وَمِنْ ذُرِّيَّتِهِمَا مُحْسِنٌ وَظَالِمٌ لِنَفْسِهِ مُبِينٌ ١١٣ i

Ona da İshak´a da bereketler lütfettik. Onların zürriyetlerinden iyi düşünüp iyi davranan da var, öz benliğine açıkça zulmeden de var. (113)

وَلَقَدْ مَنَنَّا عَلَىٰ مُوسَىٰ وَهَارُونَ ١١٤ i

Yemin olsun, biz Mûsa ve Hârun´a da lütufta bulunduk. (114)

وَنَجَّيْنَاهُمَا وَقَوْمَهُمَا مِنَ الْكَرْبِ الْعَظِيمِ ١١٥ i

Onları ve toplumlarını büyük sıkıntıdan kurtardık. (115)

وَنَصَرْنَاهُمْ فَكَانُوا هُمُ الْغَالِبِينَ ١١٦ i

Onlara yardım ettik de galip gelenler kendileri oldular. (116)

وَآتَيْنَاهُمَا الْكِتَابَ الْمُسْتَبِينَ ١١٧ i

Onlara, açık-seçik bilgi sunan Kitap´ı verdik. (117)

وَهَدَيْنَاهُمَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ ١١٨ i

Her ikisini dosdoğru yola kılavuzladık. (118)

وَتَرَكْنَا عَلَيْهِمَا فِي الْآخِرِينَ ١١٩ i

Sonradan gelenler içinde, her ikisini hatırlatan bir şey bıraktık. (119)

سَلَامٌ عَلَىٰ مُوسَىٰ وَهَارُونَ ١٢٠ i

Selam olsun Mûsa´ya ve Hârun´a! (120)

إِنَّا كَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ ١٢١ i

Güzel düşünüp güzel davrananları biz böyle ödüllendiririz! (121)

إِنَّهُمَا مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِنِينَ ١٢٢ i

O ikisi de bizim inanan kullarımızdandı. (122)

وَإِنَّ إِلْيَاسَ لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ ١٢٣ i

İlyas da elbette ki peygamberlerdendi. (123)

إِذْ قَالَ لِقَوْمِهِ أَلَا تَتَّقُونَ ١٢٤ i

O da toplumuna şöyle demişti: "Hâlâ korkup sakınmıyor musunuz?" (124)

أَتَدْعُونَ بَعْلًا وَتَذَرُونَ أَحْسَنَ الْخَالِقِينَ ١٢٥ i

Bal´e yalvarıp yakarıyor, yaratıcıların en güzelini bırakıyor musunuz? (125)

اللَّهَ رَبَّكُمْ وَرَبَّ آبَائِكُمُ الْأَوَّلِينَ ١٢٦ i

Sizin de Rabbiniz, önceki atalarınızın da Rabbi olan Allah´ı terk mi ediyorsunuz? (126)

فَكَذَّبُوهُ فَإِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَ ١٢٧ i

Sonunda onu yalanladılar. Bu yüzden onlar mutlaka huzura getirileceklerdir. (127)

إِلَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ ١٢٨ i

Allah´ın samimi, seçkin kulları müstesna. (128)

وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْآخِرِينَ ١٢٩ i

Sonrakiler içinde İlyas´ı hatırlatacak bir şey de bıraktık. (129)

سَلَامٌ عَلَىٰ إِلْ يَاسِينَ ١٣٠ i

Selam olsun İlyas´a! (130)

إِنَّا كَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ ١٣١ i

Güzel düşünüp güzel davrananları böyle ödüllendiririz biz. (131)

إِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِنِينَ ١٣٢ i

Bizim inanan kullarımızdandı o. (132)

وَإِنَّ لُوطًا لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ ١٣٣ i

Hiç kuşkusuz, Lût da peygamberlerdendi. (133)

إِذْ نَجَّيْنَاهُ وَأَهْلَهُ أَجْمَعِينَ ١٣٤ i

Onu ve ailesini toptan kurtarmıştık biz. (134)

إِلَّا عَجُوزًا فِي الْغَابِرِينَ ١٣٥ i

Ancak terk edilenler içinde kalan kocakarı hariç. (135)

ثُمَّ دَمَّرْنَا الْآخَرِينَ ١٣٦ i

Sonra ötekileri yerle bir ettik. (136)

وَإِنَّكُمْ لَتَمُرُّونَ عَلَيْهِمْ مُصْبِحِينَ ١٣٧ i

Kuşkusuz ki, siz onların yanından sabahları geçiyorsunuz. (137)

وَبِاللَّيْلِ ۗ أَفَلَا تَعْقِلُونَ ١٣٨ i

Geceleyin de. Hâlâ aklınızı işletmeyecek misiniz? (138)

وَإِنَّ يُونُسَ لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ ١٣٩ i

Yûnus da gönderilen elçilerdendi. (139)

إِذْ أَبَقَ إِلَى الْفُلْكِ الْمَشْحُونِ ١٤٠ i

Hani o, dolu bir gemiye kaçmıştı. (140)

فَسَاهَمَ فَكَانَ مِنَ الْمُدْحَضِينَ ١٤١ i

Sonra kura çekti de kaybedenlerden oldu. (141)

فَالْتَقَمَهُ الْحُوتُ وَهُوَ مُلِيمٌ ١٤٢ i

Derken, kendisini balık yutmuştu. O kendi kendini kınayıp duruyordu. (142)

فَلَوْلَا أَنَّهُ كَانَ مِنَ الْمُسَبِّحِينَ ١٤٣ i

Eğer tespih edenlerden olmasaydı. (143)

لَلَبِثَ فِي بَطْنِهِ إِلَىٰ يَوْمِ يُبْعَثُونَ ١٤٤ i

İnsanların diriltilecekleri güne kadar onun karnında kalacaktı. (144)

فَنَبَذْنَاهُ بِالْعَرَاءِ وَهُوَ سَقِيمٌ ١٤٥ i

Bir süre sonra onu, çıplak araziye attık. Hastalanmıştı. (145)

وَأَنْبَتْنَا عَلَيْهِ شَجَرَةً مِنْ يَقْطِينٍ ١٤٦ i

Üzerine kabak cinsinden bir ağaç bitirdik. (146)

وَأَرْسَلْنَاهُ إِلَىٰ مِائَةِ أَلْفٍ أَوْ يَزِيدُونَ ١٤٧ i

Onu yüzbin kişiye yahut daha fazla olanlara elçi olarak gönderdik. (147)

فَآمَنُوا فَمَتَّعْنَاهُمْ إِلَىٰ حِينٍ ١٤٨ i

Onlar inandılar. Biz de onları bir vakte kadar nimetlendirdik. (148)

فَاسْتَفْتِهِمْ أَلِرَبِّكَ الْبَنَاتُ وَلَهُمُ الْبَنُونَ ١٤٩ i

Şimdi sor şunlara: "Kızlar Rabbinin de oğlanlar onların mı?" (149)

أَمْ خَلَقْنَا الْمَلَائِكَةَ إِنَاثًا وَهُمْ شَاهِدُونَ ١٥٠ i

Yoksa biz, melekleri, bunların tanıklık ettikleri bir sırada, dişiler olarak mı yarattık? (150)

أَلَا إِنَّهُمْ مِنْ إِفْكِهِمْ لَيَقُولُونَ ١٥١ i

Dikkat edin, onlar, iftiralarının bir eseri olarak mutlaka şöyle diyecekler: (151)

وَلَدَ اللَّهُ وَإِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ ١٥٢ i

Allah doğurdu! Vallahi onlar yalancıdırlar. (152)

أَصْطَفَى الْبَنَاتِ عَلَى الْبَنِينَ ١٥٣ i

Allah, kızları oğlanlara tercih mi etmiş? (153)

مَا لَكُمْ كَيْفَ تَحْكُمُونَ ١٥٤ i

Ne oluyor size, o nasıl hüküm veriyorsunuz? (154)

أَفَلَا تَذَكَّرُونَ ١٥٥ i

Hâlâ düşünüp ibret almıyor musunuz? (155)

أَمْ لَكُمْ سُلْطَانٌ مُبِينٌ ١٥٦ i

Yoksa apaçık bir kanıtınız mı var? (156)

فَأْتُوا بِكِتَابِكُمْ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ ١٥٧ i

Eğer doğru sözlülerseniz, hadi getirin kitabınızı! (157)

وَجَعَلُوا بَيْنَهُ وَبَيْنَ الْجِنَّةِ نَسَبًا ۚ وَلَقَدْ عَلِمَتِ الْجِنَّةُ إِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَ ١٥٨ i

Allah´la cinler arasında bir nesep oluşturdular. Yemin olsun, cinler de bilmiştir kendilerinin Allah huzuruna mutlaka getirileceklerini/cinler de bilmiştir, bunların Allah´ın huzuruna mutlaka çıkarılacaklarını. (158)

سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يَصِفُونَ ١٥٩ i

Allah arınmıştır bunların nitelemelerinden. (159)

إِلَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ ١٦٠ i

Allah´ın samimi, seçkin kulları, bunların yaptıklarından uzaktır. (160)

فَإِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَ ١٦١ i

Siz ve kulluk ettiğiniz şeyler, (161)

مَا أَنْتُمْ عَلَيْهِ بِفَاتِنِينَ ١٦٢ i

O´na karşı kimseyi fitneye düşüremezsiniz. (162)

إِلَّا مَنْ هُوَ صَالِ الْجَحِيمِ ١٦٣ i

Cehenneme salınacak olan müstesna. (163)

وَمَا مِنَّا إِلَّا لَهُ مَقَامٌ مَعْلُومٌ ١٦٤ i

Bizim, istisnasız herbirimizin bilinen bir makamı vardır. (164)

وَإِنَّا لَنَحْنُ الصَّافُّونَ ١٦٥ i

O saf saf dizilenler elbette biziz. (165)

وَإِنَّا لَنَحْنُ الْمُسَبِّحُونَ ١٦٦ i

O durmadan tespih edenler elbette biziz. (166)

وَإِنْ كَانُوا لَيَقُولُونَ ١٦٧ i

O inkârcılar şunu da söylüyorlardı: (167)

لَوْ أَنَّ عِنْدَنَا ذِكْرًا مِنَ الْأَوَّلِينَ ١٦٨ i

Eğer katımızda öncekilere verilenlerden bir öğüt/bir düşündürücü olsaydı, 37|169|Elbette biz de Allah´ın samimi kullarından olurduk. (168)

لَكُنَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ ١٦٩ i

Fakat ardından onu inkâr ettiler. Yakında bilecekler. (169)

فَكَفَرُوا بِهِ ۖ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ ١٧٠ i

Yemin olsun, elçi olarak gönderilen kullarımız hakkında şu sözümüz hükümleşmişti: (170)

وَلَقَدْ سَبَقَتْ كَلِمَتُنَا لِعِبَادِنَا الْمُرْسَلِينَ ١٧١ i

Onlar, yardım görenlerin ta kendileri olacaklar. (171)

إِنَّهُمْ لَهُمُ الْمَنْصُورُونَ ١٧٢ i

Ordularımız, galip gelenlerin ta kendileri olacaklar. (172)

وَإِنَّ جُنْدَنَا لَهُمُ الْغَالِبُونَ ١٧٣ i

Bir vakte kadar onlardan yüz çevir! (173)

فَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتَّىٰ حِينٍ ١٧٤ i

Gözün, üstlerinde olsun; yakında görecekler. (174)

وَأَبْصِرْهُمْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ ١٧٥ i

Azabımız gelsin diye acele mi ediyorlar? (175)

أَفَبِعَذَابِنَا يَسْتَعْجِلُونَ ١٧٦ i

Azap, yurtlarına indiğinde, uyarılanların sabahı ne kötü olacaktır! (176)

فَإِذَا نَزَلَ بِسَاحَتِهِمْ فَسَاءَ صَبَاحُ الْمُنْذَرِينَ ١٧٧ i

Yüz çevir onlardan belli bir vakte kadar! (177)

وَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتَّىٰ حِينٍ ١٧٨ i

Ve gör neler olacak. Onlar da görecekler. (178)

وَأَبْصِرْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ ١٧٩ i

Senin Rabbinin, o ululuk ve kudretin Rabbinin şanı yücedir onların verdiği sıfatlardan... (179)

سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَ ١٨٠ i

Selam olsun tüm hak elçilerine!... (180)

وَسَلَامٌ عَلَى الْمُرْسَلِينَ ١٨١ i

Hamt olsun âlemlerin Rabbi Allah´a!... (181)

وَالْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ ١٨٢ i